Kelimeler. Sesler.
Sevim Varlıklar-Yazar, Prodüktör
Kelimelerime ve seslerime eşlik etmeye hazırsan.
Yazmaya kaç yaşımda başladım, hatırlamıyorum. Yaşıtlarımdan önce öğrendiğimi söyler annem.
Henüz Türkçe'yi çat pat konuşurken (annemin evdeki Pink Floyd kasetleri sağolsun) yabancı şarkıları söylemeye çalışırmışım. İlk piyano dersimi halam sayesinde 6, bağlama dersimi babaannem sayesinde 12 yaşımda aldım. Klasik gitarı kendi kendime 13 yaşımda öğrendim. Kompozisyon yarışmalarında dereceler aldım durdum. Milli bayramlardaki şiirleri okulda ben okudum. Bunların hepsini kendimi övmek için değil, hayatımda ilk kez birşeyleri çabasızca yapabildiğimi anlatmak için yazıyorum. Meğer ben bu işi "seviyormuşum" ve sevmek, çaba değil, kendiliğindenlik meselesiymiş.
Shakespeare ve Oscar Wilde'ı kendi dillerinde lisede okuduğumda, tek istediğim edebiyat içinde kaybolmak ve derinlemesine yazabilmekti. Anneme, "Böyle bir öğrenciyi dil okuyarak harcamayın" diyen matematik, kimya ve biyoloji öğretmenime selamlar. Canım ailem 2006 yılında, "Kızım, gelecek bilgisayarda ama sen neyden keyif alıyorsan onu yap, hayat kısa" dediğinde, iyi bir evlat olarak onları dinledim. Üniversitede Mark Twainler, William Wordsworthler, John Donnelarla tanıştım. Natüralizmdi, post-modernizmdi, romantiklerdi derken, İngilizce de olmak üzere deneysel üslupla şiirler ve düz yazılar yazmaya başladım.
"Yazmak için daha ne yapmalı?" diye düşünürken, kendimi önce yüksek lisans tezi, daha sonra hızımı alamayıp doktora tezi yazarken buldum. Tüm bu süreçlerde sayısız makale, ödev, köşe yazısı yazdım. Yetmedi. Bir arkadaşıma, "Yazmazsam ölecekmişim gibi hissediyorum" dediğimi hatırlıyorum.
2011 yılında Leipzig'de yüksek lisans yaparken tesadüfen Berlin'in meşhur tekno alt kültürüyle tanıştım. Ünlü bazı prodüktör DJ'lerin setlerini, "buraya girersek canlı çıkamayız" diyeceğimiz, camları kapkaranlık perdelerle kapatılmış dükkan veya bir zamanların dokuma fabrikalarından bozma kulüplerinde canlı dinleme fırsatım oldu. Kendimi müziğe kaptırdığım gecelerin birinde "ben de çalacağım" dediğimde 24 yaşımdaydım.
Nereye gideceğimi biliyordum ancak nereden başlayacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Derken bir gün fiziğin gizli bir hayranı olarak "rezone etmek" neymiş onu öğrendim. Hecelerle notaların, kelimelerle seslerin, seslerle periyodik tablomuzdaki tüm maddelerin aynı "öz"den geldiğini ve herşeyin birbiri içinde, ona rağmen ve onun sayesinde varolup yokolduğunu farkettim. Ve evet, ben o frekansta rezone etmeye başladığımda hayat beni -neredeyse ben doğduğumdan beri- DJlik yapan Cenk Üniş'in çılgın prodüktörlüğüyle tanıştırdı.
O günden beridir, yazmakla kalmıyor, seslerle hoşbeş ediyorum. Zihin dünyamda "rezone eden" diyalogları ve duyguları fiziksel dünyaya aktarıyorum. Aslında prodüktörlük tam da böyle birşeymiş. Bu işi 35 yaşımda öğrenmeye başladım.
Hayat benim için kelimeler ve seslerden ibaret artık. Ve hep de öyleymiş aslında..."İnsan insanı, insanda tanır", demiş Goethe. Buyrun başlayalım.